2023 yapımı bir Ürdün filmi olan İnşallah Erkek Olur (Inshallah Walad), genç bir kadın olan Nawal’ın kocasını beklenmedik bir biçimde kaybetmesiyle başlayan yaşam ve kimlik mücadelesini ele alıyor.
Kimlik Mücadelesi İçindeki Sıkışmışlık: Varlığın Varlığımın Ön Koşuludur!
Amjad Al-Rasheed’in yönettiği film, Cannes Film Festivali’nin Eleştirmenler Haftası seçkisinde yer alarak ses getirmiştir. Bu başarısıyla kültürel ve toplumsal bir çözümleme sunma cesaretini gösteren ilk Ürdün filmi olmuştur. Filmde, kadının toplumdaki yerini ve kimlik arayışını etkileyici bir hikaye ile anlatıyor.
Hikaye, Nawal’ın erkek çocuğu olmadığı için eşinden kalan her şeyi kaybetme tehdidiyle karşı karşıya kalmasıyla başlar. Bir yandan bu durumu yaratan ise kocasının sözde destekçi abisidir. Burada sadece maddi kaygılar değil, özerklik, kimlik ve kadınlık mücadelesi de ön plana çıkar. Nawal, çalışarak kendi parasını kazansa da bu yetmez. Bununla birlikte kazandıklarının kendine ait olduğunu kanıtlaması için kocasının onayı beklenir. Bir kadın, ancak erkek çocuk annesi olursa topluma kabul edilir.
Toplumun dayattığı kimlik, kadının kendi öz kimliğiyle çatışır. Sartre’a göre insan, kendi seçimleriyle anlam kazandığında bir kimliğe kavuşur. Ancak ataerkil düzen, kadınları toplumsal rollerle tanımlayarak bu özgürlüğü sınırlar. Eşinin ölümüyle Nawal, derin bir varoluş krizine girer. Eşi olmadan ailesine ve topluma göre anlamını kaybetmiştir. Erkek çocuk annesi olmadığı için “öteki” haline gelir. Kadın, toplumda yalnızca erkeğin uzantısı olarak var olabilir.
Nawal, erkek bir varlık olmadan ayakta kalmanın yollarını arar ve kendi direnişini başlatır. Bu süreçte, çalıştığı evin kızının da benzer baskılarla karşılaştığını fark eder. Aralarındaki farklılıklara rağmen dayanışma, toplumsal cinsiyet rollerine bir başkaldırı haline gelir.
Cehennem Başkalarıdır
Ürdün’deki kadınlar için Sartre’ın “Cehennem başkalarıdır” sözü, toplumsal bir özettir. Toplumun dayattığı kimlik, kadınlar için bir yabancılaşma kaynağıdır. Özgürlük çabaları, eksiklik duygusuyla sekteye uğrar. Yönetmen, bu çatışmayı sarsıcı bir şekilde ele alır. Filmde sadece özgürlük değil, aynı zamanda içsel bir mücadele izlenir.
Simone de Beauvoir’ın “Kadın doğulmaz, kadın olunur” sözü, Nawal’ın hikayesini özetler. Film boyunca Nawal, eşine dair yeni gerçekliklerle yüzleşir. Ancak bu gerçeklikler, tanıdığını sandığı eşe yabancılaşmasına yol açar. Evlilik, toplumsal normların merkezinde bir yapı iken, öğrenilen sırlar Nawal’ın kimliğini sorgulamasına neden olur. Bu sarsılma, onun kendini yeniden tanımlama arzusunu güçlendirir.
Erkek Egemenliğinden Azade Bir Nawal
Nawal’ın iş arkadaşı Hassan ile olan ilişkisi, onun güvence arayışını simgeler. Bir yandan Hassan kötü niyetli biri olmasa da, Nawal bu ilişkiyi toplumsal onay arayışıyla kurduğunu fark eder. Sonuç olarak yardıma muhtaç kadın rolünü reddeden Nawal, yoluna yalnız devam etmeye karar verir.
Filmde Nawal’a sürekli bir kamyoneti satması teklif edilir. Bu satış, tüm borçlarından kurtulmasını sağlayacaktır. Ancak Nawal, kamyoneti satmayı reddeder. Kamyonet, onun bağımsızlık ve direniş sembolüdür. Satış, kontrolü tamamen başkalarına bırakmak anlamına gelecektir. Kocasının ölümünden itibaren sınırları sürekli ihlal edilen Nawal, kamyonetle özgürlüğüne bir kapı aralamaya çalışır.
Filmin sonu, Nawal’ın bağımsızlık mücadelesini ve kendini yeniden yaratma sürecini görmek için izlenmeye değerdir. Toplumsal kalıplara boyun eğmek mi, yoksa kendi kimliğiyle yaşama gücü mü? Nawal’ın yolu belli, peki sizin izlediğiniz Nawal hangi yolu seçiyor?