Öğrenmek, bilmek, hatırlamak, unutmak… Bu yolculuk; rahme düştüğümüz anla başlayan, dünyaya fırlatılmayla katmerlenen ve orada kaldığımız süreç boyunca dalgalanan bir zamanda yolculuk halidir. Yalnızca zihnimizde değil beden aracılığıyla da devam eder. Zihnimiz gibi bedenimiz de öğrenir. Ancak aralarında bir fark vardır; zihin unutabilir ama beden unutmaz. Hatırlayan beden yaşadıklarımızı kaydeder ve anılarımızı bünyesinde taşır.
Hafıza- bellek – beden
Öğrendiklerimizin zihnimizdeki temsillerine, bu bilgileri aklımızda tutabilmek adına içinden geçtiğimiz çok katmanlı sürece bellek adı verilir. Belleği zihnimizin kütüphanesi, kayıt depomuz, yaşantılarımızın evi olarak tanımlayabiliriz. Philips’e göre bellek; geçmişi icat etmenin bir yoludur. Yani bellek dinamiktir.
Hafızayı sadece geçmiş yaşantıların üzerimizdeki izleri olarak değil; derinlerde yatan, bilinç dışımızda köklüce yer alan umutlarımızın ve korkularımızın gardiyanı olarak da düşünebiliriz. Hafıza bize yaşantımızda önemli olanın nicelik değil nitelik olduğunu hatırlatır.
Yaşantılarımız yalnızca zihinde depolanmaz. Duyumlarımızın, duygularımızın bedensel yansımaları da vardır. Her biri bedende kodlanır ve böylece beden kendi belleğini oluşturur. Daha derinde olan, buzdağının görünmeyen kısmına ev sahipliği yapan bedensel bellek geniş bir hatırlama ve hatırlatma kapasitesine sahiptir. Yalnızca bu hatırlama hali zihnin bildiği yollardan farklı gerçekleşir.
Hatırlamak nedir?
Hatırlamak; bir anıyla kavuşmak, şimdiden kopup geçmişle buluşmak… Hatırlayabilmek için önce öğrenmiş, sonra özümseyerek kodlamış, sonrasında sağlamlaştırarak depolamış ve en sonunda da geriye çağırabilmiş olma aşamalarını tamamlamış olmamız gerekir.
Freud’a göre bellek hiçbir anıyı kaybetmez, silmez. Her anı uygun koşullarla birlikte yüzeye çıkabilir. Hatırlamakta zorlandıklarımız ya da unuttuklarımız aslında saklamayı ya da bastırmayı tercih ettiğimiz yaşantı kesitlerimizdir. Anımsamamak- bastırmak bir savunma mekanizmasıdır. Kendimizi koruduğumuzu düşündüğümüz, bütünlüğümüzü sağlamak üzere yöneldiğimiz bir bilinçdışı kuvvettir. Fakat Freud’a kulak verdiğimizde şunu da duymak olasıdır; kişiler anımsadıklarından değil unuttuklarından dolayı acı çekerler.
Bir yaşantıyı anımsamaya çalıştığımızda zihnimiz o deneyimin benzerlerinin izlerini de alarak karşımıza bir anılar bağlantısı sunabilir. Bir deneyimi hatırladığımızda onu yalnızca olay olarak değil bizde bıraktığı izlerle birlikte hatırlarız. Hatırlamak birçok anın birleşmesiyle meydana gelir. Anılarımız duygularımızla birlikte her hatırladığımızda yeniden yorumlanır, zamandaki saatten bağımsızca yaşantılarımızın içeriklerine göre şekillenir, güncellenir. Her güncellenme yeni bir anlam kazanarak duygusal yaşantımıza ve onunla kurduğumuz bağa göre yeniden işlevselleşir. İşlevselleşmek için çabalayan anlarımızın bedensel yansımaları travma ve somatizasyon ile kendini sıkça ortaya koyar.
Travma: “Orada” kalmak “burada olamamak”
Travma zihin ve beyin üzerinde kökten bir değişim yaratır ve algılarımızın yönetilmesini yeniden düzenler. Yalnızca nasıl düşündüğümüzü ve ne düşündüğümüzü değil aynı zamanda düşünme kapasitemizi de etkiler. Travma sonrası kişiler dünyayı farklı bir gözle, zihinle deneyimlemeye başlar. İçeride devam eden ruhsal karmaşanın bastırılmaya, yok sayılmaya çalışılma sebebi kişinin hayata geri dönmeye, yaşama yeniden kaldığı yerden devam etmeye çalışmasıdır. Başa çıkma sürecindeki aşırı kontrol çabası çeşitli fiziksel semptomlara sebep olabilir, bu nedenle travma ile çalışırken zihin ve beden bir bütün olarak düşünülür.
Travmadan sonra zihin de beden de hala bir tehdit varmış ve ona karşı gardını yüksek tutmalıymış gibi yaşamaya devam eder. Bu da travma sonrasında hissedilen stresin aktif olarak devam etmesi demektir. Travmaya maruz kalmış kişiler Van Der Kolk’un ifadesiyle “orada” olmaya devam eden ve bir türlü “burada” olamayan, “anı yaşamanın” nasıl olacağını bilemeyen kişilerdir. Uzak geçmişte kalıp, şimdi ve geleceğe bakamama hali içinde sıkışan kişiler…
Çocuklukta cinsel istismara uğramış kişilerin kendilerine dokunulmasına ve birine dokunmaya karşı geliştirdikleri hassasiyet bu sıkışmanın bedensel duvarını bize gösterir.
Somatizasyon : İçruhsal çatışmaların bedene yansıması, bedenselleştirme
Bedensel bir hastalıkla açıklanamayan fiziksel yakınmalardır. Hastalık bir ifade biçimini alarak görünmeyeni görünür kılma yolunda bir taşıyıcı işlevi görür.
İç dengenin bozulması sonucu beden kendince bir çözüm bulmaya çalışır. Beden dilin yerine geçer ve bilinçdışındaki bastırılmışlıkları, hissedileni aktarmaya başlar. Fibromiyalji, kronik yorgunluk, alerjiler, migren, deri hastalıkları, yeme bozuklukları ve diğer otoimmün hastalıkları büyük oranda somatik hastalıklar olarak görülmektedir. Pierre Marty “Migren düşünmenin acı verici eylemidir” cümlesiyle psikosomatik tanımını özetlemiştir. Ruh beden, beden de ruh olmadan eksik anlaşılır. Bu pencereden bakıldığında zihnin unutmaya çabaladığı ve iyileşmenin önünü kapadığı çatışmaları bedenin hatırlatarak sağaltım yolunu yeniden oluşturmaya çalıştığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Farkındalığın büyük fakat genellikle unutulan bir parçası da bedensel duygularımızın, duyusal değişimlerimizin algılanmasıdır. Ne hissettiğimizi, nasıl ve nerede hissettiğimizi bilmek kendimizi anlamanın, kendimiz için harekete geçmenin ilk adımıdır.
Bedeni Dinlemek
İçeriden gelen uyaranları yok saymak, umursamıyormuş gibi yapmak zamanla o uyaranlar tarafından ele geçirilmeyi göze almayı gerektirir. İçsel dünyada neler olup bittiğine bakmaktan kaçmak duyusal değişimlere körleşerek panik ve korkuya esir olma sorumluluğuyla yer değiştirir.
Bedeni dinlememek ya da duyulanı başkalaştırarak dinleyebilir hale getirmek toksik olan ile iyileştiren tarafları birbirine karıştırmaya yol açar. Bu da zamanla içsel düzenleme becerimizle vedalaşma ve dışarıya bağımlı kalarak dış düzenlerden medet umma haliyle kendimizi karşı karşıya bulmamız demektir.
Değişimin öncülü farkındalıktır. Gerçek bir değişim için beden tehlikenin geçtiğini öğrenmeli ve “burada” olmaya, gerçek anda kalmaya alışmalıdır. Böylece içsel bütünlük yeniden regüle edilmiş, iyileşme sağlanmış olur.
Ve son olarak kişinin kendini anlaması ancak geçmişini anımsamasıyla şekillenir.
KAYNAKÇA
Bergson, H. (2020). Madde ve Bellek: Beden- Tin İlişkisi Üzerine Deneme. (Çev. I. Ergüden). Ankara: Fol Yayıncılık
Göle, M. (2007). Doğru Olmadığını Biliyorum Ama Öyle Hatırlıyorum. Cogito, 50, 23-30.
Van Der Kolk, B. (2019). Beden Kayıt Tutar: Travmanın İyileşmesinde Beyin, Zihin ve Beden. (Çev. N.C. Maral). İstanbul: Nobel Akademik Yayıncılık
Benzer makalelere ulaşmak için: https://www.senasoysal.com/blog/
Klinik Psikolog Sena Soysal
İstanbul Ataşehir Psikolog