Martin Heidegger, varoluşçu felsefeye damgasını vurmuş önemli düşünürlerden biridir. Heidegger’in yaklaşımında Dasein’a yani Orada Varlık’a dair iddia ettiği kendini anlamın ondan önce verildiği bir dünyaya fırlatıldığı savı bana çok anlamlı geliyor. Bu dünya Dasman yani elalem tarafından temsil ediliyor. Burada hep kötü bildiğimiz, duyduğumuz elalem kavramının aslında kendimizi dünyaya tanıdık hissetmemize yardım eden bir zemin oluşturduğunu duyuyoruz. Bu tanıdık hissetme hali bir uyumlanmayla mümkün olabildiğinden Dasman’ın ontolojik yapısının norma uyma, uyumlanma olduğu sonucuna varıyoruz.
- Dasman kendini daha önce kurulan bir dünyada buluyor ve bu duygu duruma, bilince adapte oluyor. Bu adaptasyon halinin öteki yüzü ise bizi kendi imkanlarımızı görmekten alıkoyması…
Dasein dünyaya fırlatılmışlığı, düşmüşlüğü ile birlikte dağınık ve kayıp bir halde. Kendi sınırları ve bir ego hali yok. Yani dünya içinde olmanın bir dağınıklığı ve lakırdı hali var. Yani tam da ne söylediğimizi bilmediğimiz, hakikatten uzaklaşan bir hal ve bu zaman zaman dedikoduya da dönüşebiliyor. Ancak tüm bunlar düşmüşlüğün getirdiği doğal durumlar. Ve Dasein bu dağınıklığın içinde hep bir yenilik arayışında kendini buluyor. Ancak bu verimli bir arama ve merak hali değil. Daha çok uyaran bağımlılığı ve dikkat dağıtan bir merak gibi.
Günümüzde pek çok insanın muzdarip olduğu ve Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu olarak tanımlamaya çalıştığı fizyolojik olmayan duygu durumun bu bitmeyen arayış hali olduğunu düşünüyorum. Bu arayış kendini bulmak üzere değil de sanki kendini kaybetmek, ne aradığını belirlemek- bilmek üzerine değil de sadece bir şey yapıyor olmak için bir arayış gibi görünüyor…
Elalem Ne Der?
- Sürekli işlevsiz bir arayış deneyimleyen Dasein köklenmekte zorlanır ve kendini sürekli meşgul ederek lafların ve eylemlerin peşinde sürüklenir. Bu sürüklenme ve bulanıklık hali de insanı kendine yabancılaştırır. İnsan kendi imkanlarının farkına varmaz; dedikodu ve manipulasyonun peşinden gider. Yani kendine yabancılaşır ama topluma uyumlanır. Burada bir her günkülük söz konusudur; bu varoluş düşmüşlük içinde sürdürdüğümüz varoluştur.
- Hayatın bir yerlerinde Dasein’ın kendini rahat hissettiği bu yer zamanla tekinsiz hale gelmeye başlar ve güvende hissettiği temel altından çekilir. Evi, yuvası sandığı yer ondan uzaklaşır. Evsiz ve yuvasız kalma hali başlar yani KAYGI! Kaygıda dünya köksüzleşme, temelsizleşme, anlamların artık çökmeye başladığı bir durumla yani hiçlikle deneyimlenir. Tanıdık sanılan şeyler yabancılaşır, boşluk hali meydana gelir. Ve Dasein bu boşlukta, kaygıda kendisiyle karşılaşır.
Bu bir dünyada olma halidir ve başka türlü bir olamayacağı farkındalığı gelir. Yani insan ontolojik- varoluşsal yapısından, kendi olduğu yerden kaygılanmaktadır. Dünyada olmaklığımızın verdiği kaygının sebebi imkan olduğumuzun farkında olmaktır. Her şey o kadar tesadüfidir ki bu bizi hiçlikle karşı karşıya bırakır. Zeminimiz hiçliktir!
Düşmüşlük – Kaygı
Düşmüşlük bizi sarıp sarmalarken kaygı bize tanıdık olduğunu sandığımız şeyin aslında yabancı olduğu gerçeğine bizi uyandırır!
Heidegger’in düşmüşlük ve kaygı üzerinden çizdiği bu çerçeve insan oluşumuzda sığınmayı seçtiğimiz “ötekiler, elalem” başlıklarını başka bir bakışla betimliyor. Elaleme ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyoruz çünkü kendi imkanlarımızla karşılaştığımızda ne yapacağımızı çok da bilemiyoruz. “Elalem ne der?” kaygısında debelenip durmayı “Ben ne isterim?” sancısına tercih edip bildiğimiz kapıda imkansızlıklarla beklemeyi seçiyoruz. Hayatınızı kendinizin seçebileceği elalemi yadsımadan da mümkün. Düşmüşlükten çıkış yok, ancak düşmüşlük içinde yaşamayı farklı kılma sorumluluğunu almak bizi özgür kılacak…
Tüm bunlara siz ne dersiniz?
Klinik Psikolog Sena Soysal
İstanbul Ataşehir Psikolog