Gözlerinizi kapatın ve zihninizin derinliklerinde bir yolculuğa çıktığınızı hayal edin! Zihin odacıkları sarayındasınız. Anılarınızda bir gezintidesiniz. Ne mi bulmayı umuyoruz?
Çok sevilen polisiye roman Sherlock Holmes’ten aşinayız “Mind Palace” kavramına. Teoride gördüğümüz, izlediğimiz, bolca etkilendiğimiz fenomen bakalım realitede nasıl ilerliyor…
Hadi zihnimizde birlikte canlandıralım…
Yeni bir flörtünüz var ve Cuma akşamı 8’de her zaman görüştüğünüz restaurantta buluşmak üzere randevulaşıyorsunuz. Yoldayken onun nerede olduğunu sormak için elinizi telefonunuza götürdüğünüzde telefonunuzun sebepsizce kapandığını ve açılmadığını farkediyorsunuz. Açılması için uğraşırken mekana varıyorsunuz ve flörtünüzü beklemeye başlıyorsunuz. Buluşma zamanına daha var ama içinize bir şüphe düşüyor, zaman akıyor ancak partneriniz bir türlü gelmiyor. Aksilik bu ya numara da ezberinizde yok! E zihin boş duracak değil ya üretmeye başlıyor.
“Bugüne kadar hiç geç kalmadı, kesin bir şeyler ters gitti ki gelemedi” diyor akılcı taraf. “Ekildin işte! Bildiğin kalakaldın masada bir başına. İlk kez başına geliyor sanki, hala şaşırıyorsun bir de! Baban bile seni okulda unuturdu, annen duşta diye dakikalarca kapıda kalmadın mı? Eski sevgilin Umut’u hatırlasana; üç buluşmadan ikisine 1 saat geç gelirdi!” diye sıralamaya başlıyor ilkel ve duygusal taraf. Tüm reddedilme, değersizlik ve terk edilme duyguları ayyuka çıkıyor içeride.
Zihin kavramları genelleyerek öğrenir. Az odalı bir ev gibidir. Bilgileri ilk duyduğunda genelleyerek sınıflandırma eğilimindedir. Terk edilme ve reddedilme odasının kapısını araladığımızda “Telefonumu açmadı”, “Bugün beni hiç aramadı”, “Saçımın şekliğini değiştirdiğimin farkında bile değil”, “Eskisi gibi dokunmuyor sanki bana” cümlelerinin köşe kapmaca oynadığını görebiliriz.
Zihin odacıkları doğum öncesi yapılanmaya başlar ve zihin odacıkları saray inşası hayat boyu devam eder. Çocuklukta odası az bir evimiz olması muhtemeldir çünkü yaşadıklarımızı anlamlandıracak tecrübemiz yoktur ve yaşadıklarımızı genelleriz. Bu odaları yetişkinlikte çoğaltmak mümkündür. Ancak zihnimiz yetişkinlikte dahi kontrolsüzce genelleyebilir. Çocuklukta babanız tarafından okulda unutulma ve yetişkinlikte saçınızdaki değişimin fark edilmemesini aynı odaya koymak gibi.
Peki doğru odaya doğru deneyimi nasıl yerleştireceğiz?
İç sesimizi bir kılavuz olarak kullanmak doğru odalara doğru deneyimleri yerleştirmeyi kolaylaştıracak. Örneğin; ‘’Saçımdaki değişimi fark etmemiş olabilir. Bu benimle ilgili olmak zorunda mı ki? Belki bugün yoğun ve zor bir gün geçirdi, içsel olarak karışık ve dalgın…” diyerek bu deneyimi değersizlik odasından çıkarabilir ve insani durumlar odasına yerleştirebilirsin. O odada herkesin her zaman aynı dikkatle hareket edemeyeceği bilgisini hatırlamış olursun.
Çocuklukta yaşanan değersizlik, terk edilme ve reddedilme deneyimleri istemsizce yetişkinliğe aktarılır. Bu tatmin edilmemiş alanlar bir teselli ve karşılanma isteğiyle günümüzde yerlerini alırlar. Bazen sebebini bir türlü bulamadığımız yoğun duygusal tepkilerin açıklaması çocukluk deneyiminde gizlidir. Çocukluktaki tek göz odadan bugüne zihin odacıkları sarayı inşa etmek kolay olmasa gerek. Yaşadığımız duyguların nereye temas ettiğini keşfetmeye izin vermek zihin sarayımızı daha da genişletebilir. Belki de geçmişte bıraktığımız yalnız çocuğu kalabalıklaştırma zamanı çoktan gelmiştir…
Merak ettiğim bir konuydu, kısa ve öz anlatımınız için teşekkürler. :)